Harput’un eteklerinde modernizmin etkisi altında kalmaktan kurtulmuş, medeniyetin salyası olan betonun nüfuz edemediği bir köy vardır. Taş döşeli dar sokaklarının ahşap konaklara çıktığı, asırlık ağaçlarının gökyüzünü bürüdüğü, bağlarıyla ve bahçeleriyle ünlü olan, eski adıyla Hüseynik, yeni adıyla Ulukent olarak bilinen bu köy Elazığ ve çevresinde nadir rastlanan ırzına geçilmemiş saklı bir diyardır. Geçmişten getirdiği sokak kültürünü, bahçe sefasını ve kerpiçten yapılmış dam kokularını halen daha bünyesinde barındırması alışık olmadığımız mistik bir havayı bizlere yaşatmaktadır.
Tarihten izler taşıyan böylesine güzel bir köyde geçmişi okumak çokta zor olmasa gerek. Anıları, hüzünleri, neşeleri ve inançları bugüne kadar taşıyan belli başlı yapılar vardır bu köyde. Bu yapılardan birisi de yıkılmaya terk edilmiş eski bir kilisedir. Bu kilisenin geçmişten izler taşıdığı aşikar, fakat, bir kaç işlemeli taştan başka geriye hiçbir şey kalmamıştır. Ne yazık ki, Elazığ’daki diğer kiliselerin yaşadığı kaderi bu kilisede yaşamış, makûs talihine boyun eğmiştir. Bazı kaynaklarda Hüseynik’te bir kilisenin bulunduğu ve adının da Surp Varvar olduğu yazmaktadır. Bu kilise hakkında tatmin edici bir kaynağa ulaşamadığımdan geçmişi ve ismi hakkında net olarak konuşmaktan da çekiniyorum açıkçası.
Kilise kalıntılarının hemen 100 metre aşağısında da daha önce keşfettiğimiz eski değirmen kalıntıları bulunmaktadır. Anlaşılacağı üzere bu topraklar üzerinde bir topluluk yaşamış ve zaman geçirmiştir. Dini inançlarını yerine getirebilmeleri için bir kilise, buğdayı una dönüştürebilmeleri içinse de bir değirmen yapmışlardır. Nitekim, ÇEKÜL eğitim temsilcisi tarihçi Mustafa Balaban Hüseynik’in geçmişi hakkında şunları söylemiştir: Eskiden kervanlar Hüseynikte şehir yolu denilen patika yoldan Harputa çıkarlarmış. 1900lü yıllarda burada yüz hane civarında insan yaşadığını biliyoruz, 20. yy başlarına gelindiğinde ise kendine has bir ekonomik döngü oluşuyor. Hüseynikin kendi çarşıları, bağ ve bahçe kültürünün oluşturduğu bir geçimi var ve Harputun entelektüellerinin bir kısmı da burada oturuyor. 19. yüzyılda Batılılar; Amerikalılar, Almanlar ve Fransızlar kolejler açınca, Hüseynikteki aydın ve çocuklar da o okullardan eğitim alıyorlar. Harputa giden yol güzergahında son molayı Hüseynikte veriyor kervanlar. Burada insanların evinde kalabiliyor ve Harputa gidip alışveriş yaptıktan sonra gelip yine aynı evlerin bahçelerinde dinleniyorlar. Sonra yine Diyarbekire veya geldikleri diğer çevre illere dönüyorlardı. Hüseynikteki bu sosyal doku, 20. yüzyıl başlarına kadar devam ediyor. Ermeni ağırlıklı ama Müslümanların da olduğu, birlikte yaşam alanları oluşturdukları Osmanlı kent yerleşimine uygun bir dokusu var Hüseynikin.
Vahé Haig. arşivinde yer alan Hüseynik fotoğrafı ve bu fotoğrafta bulunan kilise en önemli delil diyebiliriz.

Son olarak herkesin en az bir kere dinlediği ve ya kulağının aşina olduğu “Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna” türküsünden bahsedelim. Türkünün hikayesi telgrafçı Akif Beyin Hüseynik’ten Harput’a çıkarken kalp krizi geçirerek can vermesi üzerine yakılmış. Can alan bu “şeher yolu” halen daha durmaktadır. Harput’ta kaya tırmanışı yaparken bu yoldan gelen Hüseyniklileri ara sıra görmekteyiz. Dik ve sarp bir yol olmasına rağmen bahar ayında yeşilliklerle ve manzarasıyla insanı büyülemektedir.